Mağara duvarından yansıyan ışık

Mehmed Ali Çalışkan
28 min readAug 20, 2019

--

Günümüzden yaklaşık 40bin yıl öncesinde Avrupa’da yaşayan Cro-Magnon insanı karanlık mağaraların derin dehlizlerinde duvarlara çizdikleri resimlerle kendi hikayelerini anlattılar. Mağara duvarına ışık tuttuğumuzda, duvardan yansıyan bu ışık insan olmak hakkında bize çok önemli ipuçları veriyor. Aşağıdaki yazıda bu ışığı takip etmeye çalıştım.

Gombrich, Sanatın Öyküsü adlı ünlü eserinde “Sanat yoktur, sanatçı vardır” der. Yani büyük “S” ile başlayan şu Hegelci Sanat’ı kastediyor. Hegel’in aksine Gombrich için sanat tinsel değil, insan faaliyetlerinin bir sonucu, tarihsel ve kültürün doğal bir parçası.

Bu açıdan mağara duvarlarında karşımıza çıkan harika resimlere baktığımızda Gombrich, resmin arkasında bir tin aramak yerine bunları ortaya çıkaran insani nedenlere odaklanıyor. Bir kaç panteist inanış, büyü vb etnolojik unsura dikkat çekerek kısa bir analiz yapıyor.

Sanatın Öyküsü önemli bir özet. Kronolojik olarak sanat tarihini tarıyor, elbette bazı dönemler geniş, bazı dönemler özet olarak ele alınmış. Ama sanat tarihi için hala başucu kitabı. Mağara sanatı için değil ama genel sanat tarihine meraklıysanız edinin.

https://www.babil.com/sanatin-oykusu-kitabi-e-h-gombrich-remzi-kitabevi

Mağara sanatı hakkında ise bu aralar Türkçede benim bildiğim iyi bir kitap var. Redingot’tan çıkan Gregory Curtis imzalı Mağara Ressamları.

https://www.babil.com/magara-ressamlari-kitabi-gregory-curtis

Açıkcası ben de bir çok eksik halkayı bu kitap sayesinde tamamladım, buzul çağı mağara sanatı hakkında eksiksiz bir özet ve konu hakkındaki önemli kaynaklara da işaret ediyor.

İmdi mağara sanatı demişken önce güzel bir resimle başlayalım mı? Bir mağaranın derinliklerinde yürüdüğünüzü düşünün, hiç ışık yok, tüm ruhunuzu saran bir karanlık, bir duvarın üzerinde kendini saklamış muhteşem bir tasvir var, ve ancak birisi bir ışık yakarsa varolacak.

Bu resim bildiğimiz en eski mağara sanatı, Chauvet mağarasında. Güney Fransa’nın Ardèche bölgesinde. Mağarada insa yerleşimi 37bin yıldan eski, resimlerin çoğu ise 32bin yıl öncesine tarihleniyor. Öte yandan 27bin yıllık daha yeni resimler de içeriyor.

Girişi yaklaşık 22bin yıl önce çökmüş ve bu sayede havasız kalan mağara duvarındaki emanetleri günümüze kadar korumuş. Çoğu resimli mağara geçen yüzyılın ortalarında keşfedilirken, Chauvet 1994 yılında keşfedildi. En eski mağara en son bulunan mağara oldu.

Burada durup mağara sanatının en güzel örneklerine devam etmeden önce bazı sorulara cevap arayalım. Öncelikle mağara sanatı bilimsel açıdan çok verimli bir alan. Çünkü mağara duvarındaki resimleri anlayabilmek için arkeoloji, fosil bilim, etnoloji, antropoloji, biyoloji, kimya, sanat tarihi ve sanat felsefesi gibi bir çok disiplinde uzmanlar çalışıyor. Mağara duvarındaki perde, ışığı yansıttığımızda modern insanlara sayısız alanda disiplinler arası bir ufuk açıyor.

Evet bu ışığı yansıtmak önemli. Çünkü mağara sanatı tıpkı günümüzün sineması gibi perdeye ışık yansımaz ise ortaya çıkmıyor, bu anlamda kendisini ışıkla zahir eden bir tür diyalektik de içeriyor.

Öte yandan temsillerin geçişkenliği ve çizgilerin duvarlardaki uygulaması ışığın açısına göre farklı tonlar oluşturduğu için bir mum veya meşale ışığında ufak hareketler varmışcasına masalsı bir sinematografik perde sunuyor.

Peki ilk soruya gelelim. Bu harika resimleri kimler çizdi ve neden hemen hemen hepsi Avrupa’da?

Bildiğiniz gibi iki ana insan türünden bahsediyoruz. Birisi bizim de dahil olduğumuz tür Homo Sapiens, diğeri Neandertal insanı.

Neandertaller’in atası olan Heidelbergensis 600bin yıl önce Afrika’da ortaya çıkıyor ve buradan Avrupa’ya geçiyor. Avrupa’da 500bin ve 400bin yıl önce bu türe rastlanıyor. Ve günümüzden 200bin yıl önce ise bu türün devamı olan Neandertaller yine Avrupa’da ortaya çıkıyor.

Neandertaller’in günümüzden 30bin yıl öncesinde soyları tükenene kadar buradalar ve ömürlerinin son 20 bin yılında Homo Sapiens ile beraber yaşarlar. Nitekim Homo Sapiens’in Afrika’dan çıkıp Avrupa’ya ulaşması yaklaşık 50bin yıl öncesine dayanıyor.

Bazı bilim insanları Avrupa’da Neandertallerle karşılaşan bu modern insana, yani Homo Sapiens’e Cro-Magnon da der. Cro-magnon kültürü 42bin yıl önce Batı Avrupa’da başlar. Bir anlamda bizim gibi modern insanın en erken medeniyeti Cro-Magnon diyebiliriz.

İşte Avrupa’da karşımıza çıkan bu mağara sanatı, Afrika’dan Avrupa’ya göç edip Neandertallerle karşılaşan, muhtemelen onların soyunu tüketen, avcı toplayıcı bir kültür olan Cro-Magnon kültürünün ürünüdür. Tarım dönemine kadar devam eden bu kültür yaklaşık 30bin yıl sürmüştür.

İnsanlar ateşi keşfetmişler, kemiklerden dikiş aletleri, süs gibi çeşitli eşyalar ürettikleri gibi, gündelik hayatları temelde taş aletlere dayanıyor. Taştan alet üretme tekniklerine göre çeşitli alt dönemlere sahip bu devre bu yüzden Taş Devri diyoruz.

İklim ise kış, hep kış, buzdan kara bir kış. Dünyanın son buzul çağı yaşanıyor, yeryüzü tarım yapılacak büyük medeniyetlere ılıman bir iklim verebilmek için buzul salınımlarla genç gezegeni yavaş yavaş ısıtıyor.

Hem Neandertaller hem de Cro-Magnonlar aslında kış insanı. Kültürleri kış kültürü. Bu yüzden ateş, ve kürk hayatta kalmak için çok önemli. Bir de mağaralar. İnsanlar dışarda hayvan kemiklerinden kendilerine barınak yapabiliyorlar ama bulabilirlerse mağaralar onlara doğa ananın en güzel hediyesi gibi geliyor. Bu anlamda mağara onlar için kutsala bir yakınlık anlamına da geliyor olabilir.

Mağara sanatı kısmen insanların yaşamsal ortamlarında ortaya çıkan gündelik bir şey gibi okunabilse de, — ki büyük yaşam galerilerinde bu sanatın örnekleri var- mağaraların insan yaşamına uygun olmayan hatta oksijen miktarı insanı uyuşturacak derecede az olan derinliklerinde de bu sanata sıkça rastladığımızı unutmayalım. Bu açıdan mağara sanatı toplumsal bir işlevden ziyade daha elit bir sınıfın pratiği de olabilir. Bu teorileri uzmanlarından dinleyeceğiz, ama en başta söyleyelim, kimse bu resimler niye çizildi bilmiyor.

Mağaralara devam edelim. Ben keşfedilme sıralarını değil, kendi tarihlerini baz alacağım. En eski mağara olan Chauvet’e yukarıda değindik. Chauvet keşfedilene kadar mağaraların dönemlerine göre sanatın evrimsel bir ilerleme olduğunu iddia edenler vardı.

Oysa Chauvet’teki bu en eski resimler uslûp olarak o kadar ileriydi ki, mağara sanatında ilerlemeci teoriler iflas etti. Her bir mağara dönemindeki kültür ve imkânlara bağlı olarak hem ortak bir gelenekten besleniyor hem yeni bir uslûp da barındırıyordu.

Örneğin Chauvet’te yer alan şu 4 at resmine bakalım. Sanatçı birbirine benzer atlar çizmekle birlikte herbirinde farklı bir kişilik, duruş, tavır, ifade inşa etmeye çalışmış. [Curtis, s.256]

Bu açıdan mağara santı salt ikonografi değil, yani sembolik olmanın ötesinde temsillerdeki detayların hakkının verilmesi, sanatçının özgün çabasını yansıtıyor. İlginç olan şu ki; sanat tarihi açısından bu modern bir tavır.

Belki de bu yüzden, Gombrich de bu resimlere bakınca önce sanatçıyı gördü. Gelenek ufak kayıtlarla devam etmiş ancak neolitik dönem sanatında gördüğümüz sembolik disiplin yok. Eğer at bir şeyin sembolü olsaydı, sanatçı her bir atı bu kadar detaylı ve farklı çizmezdi.

Bu arada Chauvet mağarasının tarihlemesi aşağı yukarı Neandertallerin sonuna geliyor. Yani Chauvet’te bu kültür başladığından tahmini 2bin yıl sonra Neandertaller yok oldu. Bu arada ilk taş kültürü Orinyasiyen’in de sonuna gelmiş olduk. Yani ilk modern insan kültürü son buldu.

Chauvet mağarasının ait olduğu Orinyasiyen (Aurignacian) kültüründen biraz bahsedelim. Kemiklerden iğneler (dikiş amaçlı) ve kazmalar yapılmıştır. Taş aletler ise ise çekirdek dediğimiz, tek kütleye verilen şekille oluşturulur. En önemli taş alet deri yüzmek için el bıçağıdır.

Yine keski (burin) bu dönemde icat edilmiş, bu sayede mağara resimlerin hatları taşa kazınabilmiştir. Öte yandan bu dönemde elimizde iki heykel örneği de vardır. Bunlardan ilki aslan adam (Löwenmensch) figürüdür.

31 cm büyüklüğünde bu figür, mamut fildişinden taş bıçakla oyularak 35bin yıl önce üretilmiş. Sanatçısı bunu günde 7–8 saat çalışarak iki ayda üretmiş olmalı. Nitekim fildişine şekil vermek çok zor bir işlem. Figür ayakta dikilen aslan başlı bir insan.

Cinsiyeti konusunda tartışmalar var, aslanın bacak arasındaki bir çıkıntı erkek organı olarak yorumlandığı gibi, aslan başının dişi aslan olduğunu ileri sürenler de var. Taş devrinde insanların mitlerinde ana karakterler çoğunlukla hayvanlar. Bu açıdan mitsel bir inanç eşyası olabilir, veya bir yoruma göre bir tür mizah da içeriyor olabilir. Kim bilir belki de sanatçının tek gayesi kafasında kurduğu bir mizahı sanatlaştırmaktı. Ancak harcanan emeğe baktığımızda daha büyük bir motivasyonun gerektiğini de düşünebiliriz.

Benzer insan biçimli hayvanları mağara resimlerinde de görüyoruz. Mağara resimlerinde genel olarak insan figürü zaten yok, insanlar kendilerini ifşa etmekten kaçınır gibi hiç bir zaman insan resmi çizmemişler.

Çizmek zorunda kaldıklarında ya bunları hayvan biçiminde yapıyorlar veya çöp adam gibi sembolik çizgilerle geçiştiriyorlar. Bu açıdan mağara sanatı insanların kendilerini gizledikleri bir sanat. Bunun nedeni nedir? Çok uzun bir tartışma konusu ve maalesef yine kesin cevabı yok.

Bu döneme ait olduğu tartışmalı olmakla beraber ir başka heykel ise kireçtaşından yapılan kadın heykeli Willendorf Venüs’ü. En son incelemelerde 30bin yıl öncesine tarihlendi.

Yüz hatları kazılmayan bu heykel abartılı bir kadın anatomisi içermektedir. Bulunduğu bölgede kireç taşı olmaması da şaşırtıcıdır. Göğüsleri ve göbek deliği belirgin heykelin baş kısmına örülmüş saç şekli verilmiştir.

Heykel şu anda çok izi kalmamış olsa da kırmızı aşı boyası ile boyanmıştır. Aşı boyası taş devrinin en önemli boyar maddesi. İlerde göreceğiz, mağara sanatının güzelliğinin de önemli bir parçası.

Doğada kolaylıkla kil olarak bulunan aşı boyası toprakla karışık demir oksit madeni aslında. İnsanlar bu boyayı suda eriterek kullanmışlar, sarıdan kırmızıya kadar tonları olan boya aynı zamanda ateşte ısıtılarak da değişik renklere kavuşabiliyor.

Mağara sanatçıları bu boyayı elleri ile sürebildikleri gibi, ince işçilik gerek yerlerde ağızlarına alıp tuvallerine (duvarı kastediyorum) üfleyerek uyguluyorlarmış.Örnek olarak bu resimde bizona rengini aşı boyası ile vermişler Mineral olduğu için çürümemiş ve günümüze ulaşmış.

Bu arada bu mağara resimlerine bakarken, fotoğrafların ışık altında çekildiğini, gerçekte ise karanlığın bir parçası olduğunu hiç unutmamak lazım. Adeta ruhlar aleminde karanlıkta yaşayan ve ışığı tuttuğunda canlanan hayvanlar olarak görebilirsiniz.

Devam edelim. Evet, Neandertaller yok oldu, Orinyasiyen kültür bittti, yeni bir taş aleti patlaması yaşanan çağa geldik. Gravetiyen kültürü. Bu kültüre ait yine bilinen 10'dan fazla resimli mağara var, burada önemli iki tanesi ile yetinelim.

Yine Fransa’da bulunan birbirine yakın iki mağara, 27bin ve 25bin yıl öncesine ait resimlemeler içeriyor. Cosquer ve Cougnac. Cosquer’in en önemli özelliği şu ki; günümüzde bu mağaraya ancak denize dalış yaparak girilebiliyor. Dolayısıyla keşfi piyango gibiydi. :))

Cosquer’de en çok bulunan figür 27 bin öncesine ait negatif el izleri. Bu el izlerinden bu bölümde bahsedeceğim. Bunun dışında at ve fok resimleri gibi 18bin yıl öncesine ait resimler de var. Anlaşılan mağarada 9 bin yıl arayla iki sanatsal dönem olmuş.

Bu tarih aralıklarını söylemek kolay, ama 9 bin yıllık ufak bir aralığa tarımdan sonraki yüzlerce medeniyet sığıyor. Bu süre Fransa’daki bir mağaradaki iki dönem arasında.

Acaba yeni gelenler 9bin yıl önceki sanat hakkında ne düşünüyorlardı? Bir gelenek çok az değişimlerle nasıl bu kadar uzun sürebiliyordu? Düşünsenize.

Bu arada Cosquer ve Cougnac mağaraları başka bir açıdan da kardeş. Aralarında 2bin yıl olan resimler neredeyse ortak bir trajediye gönderme yapıyor.[Curtis, s 245] Mızraklarla öldürülen Cougnac’taki bu insan figürüne benzer başka bir figür de Cosquer’de yer alıyor.

Şu negatif el meselesine gelelim. Bu eller taş devrinde o kadar uzun yıllara ve coğrafyaya yayılmış ki, aşağıdaki resim Arjantin’den. Las manos mağarasında 10 bin yıllık el izleri. Bu geleneğe Cro-Magnon’larda Avrupa’da 27 bin yıl öncesinde rastlayabiliyoruz.

İnsanlar ellerini duvara dayayıp, elleriyle beraber duvarı boyuyorlardı ve kaldırdıklarında bu izler çıkıyordu. Bunların ne anlama geldiğini bilmiyoruz, rastlantısal bir oyun değil, çünkü çok yaygın ve köklü.Ayrıca çok boya harcayan bir işlem olduğu için mutlaka bir anlamı olmalı.

Benim sevdiğim bir teori; bu ellerin duvarda boyanması, bir tür ayinin parçası. İnsanların amacı el izi çıkarmak değil, ellerini mağara duvarıyla birlikte boyayarak yok etmek. Mağara duvarı bir teoriye göre yer altında ruhlar alemine geçiş noktası. Böylece insanlar ellerini bu geçiş noktasında yok edip öteki tarafa vermiş oluyorlar. Bu teori ne kadar doğru bilemem, zaten farklı delillerle yanlışlayanlar da var. Aslında bunun cevabı diğer resimlerin anlamında gizli. İnsanlar bu resimleri niye yaptılar?

Misal, bu su altındaki Cosquer mağara resimleri, insanlar bunları neden yaptı?

Evet, Gravetiyen dönemdeydik, bu dönemde taş aletlerin kullanımı yaygınlaşıyor, arkeolojik çalışmaların bu katmada o kadar çok taş alet buldular ki, belli ki endüstri patlamış. 28bin ila 18bin yıl önesi bir aralıktayız.

Yukarıda gördüğümüz Venüs heykelinin değişik versiyonlarından çok fazla bulunuyor. Abartılı kadın anatomisi. Bu figür doğayı da temsil edebilir, bir tanrıçayı da, bilemiyoruz.

İnsanların buzul çağında olduklarını unutmayalım, ve bu çağda yine en önemli yardımcıları dikiş iğnesi. Orinyasiyen kültürden kalma kemik kıymığında dikiş iğnesi devam ediyor. Resimdeki iğneler 14,5bin yıl öncesine, daha geç döneme ait ama fikir vermesi için kullandım.

Peki, iğne hakkında size önemli bir şey söyleyeyim mi? Neandertallerin bizimle olan rekabeti kaybetme nedenlerinden birisi de iğneydi. Avrupa çok soğuktu ve soğuktan korunmak için dikişsiz deri parçaları yeterli gelmiyordu.

Neandertallerin bilişsel kabiliyeti iğneyi icad etmeyi bırakın, kopyalamaya bile yetmiyordu. Cro-magnon ise bu kabiliyeti sayesinde soğukta manevra kabiliyetini ve avlanma imkanını artıran ayakkabı ve elbiseler dikti.

Gravettien taş aletler öncesine göre daha gelişmiş diyebiliriz, arkeologlar tarihsel sürekliliğin zayıflığı yüzünden taş devrinde kültürel evrim yaklaşımından kaçınıyorlar, ama dönemler arasında ilerlemeler olduğu da aşikar.

Dikkat edelim, taş aletlere, tahta saplara entegrasyon için özel şekiller verilmiş. Bu sayede avlama kabiliyetleri önemli ölçüde artıyor olmalı.

Bu arada güzel bişey oluyor :))

Dünya ısınıyor …

Evet, Son Buzul Maksimumu dedikleri dönem 21.500 ve 18.000 yıl öncesi aralık. Soğuk tepe yapıp geri çekiliyor. Bu arada, bir gün umarım şu buzul çağındaki iklimin matematiğini konuşuruz. O alan da çok verimli.

Şu halde buzul çağının ısınma dönemindeyiz, evet yeryüzü kendisini tarıma ayarlıyor, dört mevsimin o güvenli döngüsüne. Bu aralıktaki döneme Magdaliniyen kültürü diyeceğiz.

Magdaliniyen kültürü 18bin yıl önce başlayıp 11bin yıl öncesine kadar devam ediyor. Tarım icad oluyor, Adem peygamber geliyor, Habil ile Kabil şu avcılık ve tarım kavgasını yapıyor :))

Şaka bir yana, bunu da not düşelim, Adem Kıssası benim için bir avcı-toplayıcı ve tarım kültürü arasındaki çatışmaya ışık tutuyor. Öyleki kıssanın ilk günah ve kurban versiyonu esasen bir avcı-toplayıcı tezi, ancak zamanla tarım toplumlarında bu tez içselleştirilmiş.

Her neyse, önümüzde 7bin yıllık bir dönem var. Taş devri için çok kısa ama modern insan için çok uzun.İçine binlerce medeniyet sığar. Ama biz bir kültürden bahsedeceğiz. Magdaliniyen kültürü.

Yakındoğuda bizimkiler(! tarımı icad ettiklerinde Magdaliniyen insanları hala Avrupa’daydı. 1000 yıl daha bu kültür sürdü. Bu kültürünün bize miras bıraktığı mağaralar arasında en önemli 3 tanesine bakalım. Lascaux, Altamira, Niaux. Altamira İspanya’da diğerleri yine Fransa’da.

Bu mağaralar sırasıyla 17bin, 14,8bin ve 13bin yıl öncesine tarihleniyor. Yani son mağara ile tarım devrimi arasında 1000 yıl var. Yavaş yavaş bizim dönemlere geliyoruz :))

Bir buzul çağı mağara sanatı turu yapsak dünyayı dolaşmaya gerek yok, çoğu Fransa ve İspanya’da zaten. Aslında ne güzel olur, Arkeoloji, Sanat Tarihi vs bilen arkadaşlarla bu mağaraları tek tek gezsek. Flood arasına tur rehberliği reklamı sıkıştırdım :))

Güneybatı Fransa’da Montignac köyünde bir kaç kişilik genç/çocuk grubunun bulduğu mağara Lascaux. 1940 yılının Eylül ayıydı. Grubun lideri Ravidat isimli bir genç, köpeği (Robot) bir delikten girip kaybolunca deliği genişletip dar geçitlerden ilerleyip bir mağaraya giriyor.

Bu giriş mağaranın gerçek girişi değil, hatta giriş bile değil, bir sürünme koridoru. gerçek giriş yıllar önce çökmüş. Ama Ravidat’ın macera ve hatta bölgedeki yaygın arkeolojik beklentiye olan merakı yüzünden gençler mağarayı son dehlizine kadar keşfediyorlar.

Hatta Ravidat resimlerden o kadar etkileniyor ki, arkeologlara haber vermeden önce , mağaranın ancak halat yardımıyla inilen “Kuyu” ismi verilen bölgesine de inerek kuyunun duvarlarındaki resimleri de ilk gören oluyor. Ben bu çocuğu o kadar sevdim ki, bir fotoğrafını koyayım.

Çocuklar bir kaç günlük keşiften sonra mağarayı okul müdürü Laval’a anlattılar. O da eski bir öğrencisini eskiz çizmesi için gönderdi. Eskizler eline ulaşınca efsanevi arkeolog Henri Breuil’ün bölgeye gelmesi çok vakit almadı.

Breuil çok yaşlıydı, kariyerin sonundaydı. Ressamlığa yatkındı, önceki mağara keşiflerinin en iyi eskizleri onun elinden çıkmıştı. Adeta mağara sanatçıları gibi meşk duygusu ile eskiz çıkarıyordu. İlahiyat kökenli olduğu için mağara santı hakkında felsefi yorumları da vardı.

İlerleyen yaşına rağmen, Laval ve Ravidat ile bu mağarada da çalıştı ve her şeyi eskizlediler. Mağarayı koruma altına aldılar, Ravidat’ın çabasıyla mağara ziyaretçi tahribatından korundu. Ravidat bu esanda Breuil’dan çok şey öğrendi. Bu çocuğun filmi çekilse de izlesek. :))

Şu fotoğrafı çok severim. İlk Curtis’in kitabında görmüştüm.
En solda okul müdürü Laval var. Birazdan en sağdaki mağara kurdu Breuil’i mağaraya sokacak. Ağzında sigara olan karizma bizim Ravidat, ortadaki Marsal isimli bir başka çocuk. O ekipte olmayı kim istemezdi ki?

Bu arada gençler özensin diye arkeoloji reklamı yapıyorum ama tercih dönemi geçti ve ülkemizde 10 tane falan arkeoloji bölümü öğrencisizlikten kapanacakmış. Tarihin en eski medeniyetleri bizim topraklarımızın altında, ama durum bu. Gençler seneye arkeoloji tercih edin :))

Haritada gördüğünüz gibi Lascaux mağarası çok büyük değil. Resimler 250 m² gibi bir alanda, ama bu alana sanatçılar 1963 figür çizmiş. Bunlardan 1363'ü silinmeden kalmış. Figürlerin hepsi hayvan betimlemeleri, sadece Kuyu (Shaft) ‘da bir insan figürü var. [Curtis, s124]

Mağarada en yaygın hayvan figürü atlar. Atın o çağlarda av hayvanı olduğunu unutmayın. Henüz evcilleştirilmedi, eti için avlanıyor. Resme bakın, ne kadar güzel değil mi?

Ve bizonlar… Birbirine bakan bu iki bizona çapraz bizonlar diyoruz. Bu arada mağara sanatında sahne çok nadirdir, yani çok az örnekte hayvanlar birbiriyle ilişkilidir. Hatta bu iki bizonun aynı resim uzayında oldukları bile kesin değildir.

Mağara sanatında Breuil’in çarpık perspektif dediği bir şey var. Yani sanatçı örneğin bacakları belli bir açıdan göründüğü gibi çizerken, mesela toynakları bütün olarak görünecek şekilde çizebiliyor. Perspektifi biliyorlar, ama istediklerinde ihlal ediyorlar.

Resimler ne kadar güzel, değil mi?

Lascaux mağarasında el baskıları da unutulmamış :))

Lascaux’da tek boynuzlu bir at imgesi de var. İki çizgi gibi dursa da aslında tek bir boynuzu imgeliyor. Atın yüzü garip, hatta burnu elle gizleyin, insan yüzüne dönüyor. [Curtis,s130] Curtis bunu aynı zamanda bir kukla içine giren iki insan gibi de yorumluyor.

Gelellim Kuyu’daki ünlü şamanik sahneye. Bu resim mağaranın ancak haltla inilen kuyu şeklinde bir odasında. Aynı anda bir insa sığabiliyor. Sanatçı buraya inmiş, çizmiş ve çıkmış. Birilerinin görmesi için değil, adeta bir meşk.

Böğrüne bir mızrak saplanmış ve bağırsakları saçılmış bir bizon, yerde yatan bir insan, kafası sanki kuş kafası, belki bir maske. Penisi özellikle çizilmiş. Yanında bir sopa ve ucunda başka bir kuş imgesi, sanki bir totem aleti. Yerde bir kargı veya mızrak fırlatmaya yarayan bir aparat.

Bu resim mağara santında çok nadir rastladığımız o belli belirsiz insan figürünü içeriyor, öte yandan sanki bir trajediyi, bir kazayı anlatıyor.

Aynı yerde az ilerde daha sonra yapılmış bir gergedan da var. Bir yoruma göre gergedan bizonu boynuzladı, bizon da o sinirle adamı öldürdü. Çünkü bizona saplı gibi duran mızrak bağırsakları deşecek kadar etki yaratamaz. Belli ki bu sıradan bir av olmadığı için resmedildi.

Yine paleolitik dönemin sonlarında önemli bir mağara Altamira. Adını ilk kez Erwin Schrödinger’in biyografisinde okumuştum. İspanyol filozof Ortega Gasset tarafından Madrid’e davet edildiğinde Erwin, buraya da bir gezi düzenliyor ve Altemira’yı görüp hayran kalıyor.(1935)

Schrödinger ve Ortega demişken bu iki adam benim doktora tezimin konusu. Bunların tanışıklıklarından yola çıkarak bilim ve felsefe alanında bir kesişim üzerine çalışıyorum. Ortega’nın perspektif teorisini Schrödinger paradoksuna uyguluyorum. Bu iki adamı çok seviyorum.

Avrupa artık ısınmıştır, ve bizim Cro-magnonlar, ki bu dönemde onlara Magdaleniyenler diyoruz, kuzeye doğru ilerliyorlar. Altamira ise İspanya’nın kuzeyinde ama kıtanın güneyinde. Fransa’ya çok yakın. Atlantik kıyısında.

Altamira mağarası resimleri kesin bir tarihleme ile 14.800 yıl öncesine denk düşüyor. En erken keşfedilen mağara, 1879 yılında arazinin sahibi Sanz De Sautuola tarafından keşfedildi. Sautuola bilime meraklı bir aristokrattı, keşfini her yerde anlattı ama kimse inanmadı.

Yaşarken şarlatan olarak yaftalanan Sautuola öldükten sonra büyük bir saygınlığa sahip oldu. Israrla ölene kadar resimlerin tarih öncesine ait olduğunu iddia etti, ama bilim camiası resimlere sahte dedi. Neden?

Çünkü o çağlarda şiddetli bir şekilde sanatta evrim kuramına inanılıyordu. Canlılar nasıl aşama aşama gelişiyorsa, sanat da aşama aşama gelişti. Tarımdan önce sanat olamazdı, insan yerleşimleri, medeniyet ve din sanatı doğurmuştu. Bu yüzden yabanıl sanata hiç inanılmadı.

Ahh şu paradigmalar! Yıkmak o kadar zor ki! Dünyanın en önemli keşfi yapılıyor ve tarım öncesi insanların da bizim gibi resim yaptıkları ortaya çıkıyor, inanmak kimsenin işine gelmiyor. Kolay mı? Binlerce makale, koca sanat tarihi tezi bir anda çöp olacak.

Bilim dünyası kendini harcamıyor, yerine Sautuola’yı harcıyor ve onu Şarlatan ilan ediyor. Dönemin en ünlü arkeoloğu Emil Cartailhac, Sautuola’nın sunum yaptığı bir kongreyi tiksintiyle terkediyor. Hatta bu sahtekarlığı evrime karşı bir komplo olarak niteliyor. [Curtis, s69]

Kaderin garip bir cilvesi, geçen yıllarda resimlerin yeni delillerle tarihlenmesinin ardından mağaraya en çok sahip çıkıp en fazla yayını da Cartailhac yapıyor, merhum Sautuola’dan yarım ağız bir özür dileyerek. Nitekim 20 yıllık gecikmenin nedeni Cartailhac’ın inadıydı.

Mağara 19.yüzyılda keşfedildi, ama bilim camiası kabul edip incelemeye 20.yüzyılın başlarında başladı. 20 yıl geçmiş, arkeoloji devi Cartailhac çok yaşlanmıştı. Yukarıda zikrettiğimiz Henri Breuil’i asistan olarak tuttu ve Breuil muhteşem yeteneği ile Altamira sanatını resmetti.

Breuil’in ayrıntılı çizimleri sayesinde bir çok arkeolog taş devri sanatını tanıdı ve kendi analizlerini yaptı. Arkeolojinin vaizi olan bu adam mağara sanatını incelemek için aynı zamanda bir eskizleme metodunu da ilk geliştiren kişi olmuştu.

Altamira temsilleri mağaranın tavanındadır. Breuil resimlerin kopyalarını çıkarırken sırt üstü yerde yatıyor, ve bir yandan tavana bakıp bir yandan yatarak elindeki deftere çizim yapıyordu.

Ben Altamira mağarasını henüz gezmedim, açık mı bilmiyorum ama Schrödinger’in girdiği o mağaraya girmek istiyorum. Öte yandan bu mağaranın replikasını Münih’teki Deutches Museum’da gördüm, tavanın birebir kopyası çıkarılmış, yine odanın tavanına uygulanmış.

Bu arada Breuil’in çizimlerinden bahsetmişken burda detaylarına girmeyeceğim bir başka mağara olan Font de Gaume’de biri diğerinin başını yalayan iki geyik çizimi vardır. Breuil’in bu eskizi de ünlüdür.

Bu eskiz mağara sanatındaki ilişkisel figürlerin nadir örneklerinden. Nitekim mağara duvarlarındaki imgeler genellikle bağımsız, birbirleriyle ilgili değiller, bu da onları biraz tarih dışı yapıyor, çok az istisnası var, yukardaki yalayan geyikler de bunlardan biri.

Bu arada Font de Gaume’de önemli bir mağara, maalesef yer darlığından onu atlayacağım ama bir örnek daha vermek isterim. Taşın kendi kabartmasından oluşan şu bizona bakın.

Mağara sanatında bu çok yaygın. Sanatçı dikkatle duvarı inceliyor ve yüzeydeki doğal kabartmaları herhangi bir şekle benzeyip benzemediğine bakıyor. Bir ilinti bulursa onu resminin bir parçası yapıyor. Bu duvarla bir diyalektiğe girmek demek, onunla sanatı paylaşmak.

Arkadaşlar, ben mağaraları kendi tarihlerine göre sıralayıp ele aldım, ama bunları keşif sıralarına göre inceleseydik, arkeoloji tarihi açısından da bir izlek oluşurdu. Onu kafanızda siz yapın veya yukarda verdiğim Curtis’in “Mağara Ressamları” kitabını okuyun.

Bu arada Altamira’yı tekrar hatırlayalım. İlk keşfedilen mağara oldu, arkeolojinin evrimsel sanat tezini yıktı. Bu mağaradan sonra buzul çağı insanına daha çok yaklaştık.

Bizden 30bin ila 10bin yıl önce yaşamış bu insanlar bambaşka bir yaşam biçimine sahip olmalarına rağmen mağara duvarında bıraktıkları izler bize o kadar yakın, o kadar aşina geliyordu ki. Zaten soru burda doğuyor. Bu resimler neden bu kadar modern ve bize neden tuhaf gelmiyor?

Evrimcileri şaşırtan buydu. Basit aletler yapan bu insanlar niçin bu denli ileri bir sanata sahipti?

(Bu arada burdan bir evrim düşmanlığı çıkarmayın, kültürel evrim apayrı bir tezdir :)) )

Altamira ilk keşfedilen mağara derken, tarih öncesi resimler barındıran mağaralar ortaçağdan beri biliniyordu. Fakat resimleri kimse anlamlandırmaya çalışmıyordu. Herkes kendilerinden bir kaç yüzyıl önce birilerinin öylesine çizdiği şeyler olarak görüyordu.

Örneğin yine Fransa’da bulunan Niaux mağarasında tarih öncesi resimler ilginç bir detay gibi duruyor, yüzlerce insan buraya girip duvara yazı kazıyorlar, kimsenin aklına resimlerin aslı nedir sorusuna cevap aramak gelmiyordu.

Niaux mağarasındaki resimler 13bin yıl önceye tarihleniyor. Burda saydığımız mağaralardan en yenisi. Öyle ki; çok değil zaten 1000 yıl sonra Yakındoğu’da (Anadolu’da) tarım başlamış. Bu mağaradan 2bin yıl sonra ise Magdaleniyen kültürü son bulmuş.

Niaux mağarasından figürler, asil bakışlı geyik. Ve üst kısmında at figürleri.

Magdaleniyen kültürünün diğer örneklerinden de bahsedecek olursak şu bizon kil kabartmalarını unutmayalım.

Yine kültürün taş, kemik ve ahşap aletleri ayrı bir inceleme gerektiriyor.

Son olarak dönemi anlatan kurgusal bir resimleme. Artık buzlar erimiş :))

Bu esnada Yakındoğu’da neler oluyordu? Benim de detaylarını çok merak ettiğim ve okumak istediğim bir alan taş devri Yakındoğu’su. Bu konuda ayrı bir yazı paylaşırım. Şimdi mağara sanatını anlamlandırmaya çalışan görüşlere bakalım.

Mağara sanatını anlamlandırma tartışmalarına girmek için bazı öncüllerimizi tekrar hatırlayalım. Bu öncülleri okumalarımdan ve resimlerden ben çıkardım, yanlıyor olabilirim ama siz de değerlendirebilirsiniz.

[1] Bireysellik: Öncelikle bu resimler modern sanatta temel bir güdü olan sanatçının kendini ifşa etmesine yönelik bir çabanın ürünü gibi gözükmüyor.

Evet, mağaraları buzul çağda toplumsal alanlar olarak düşünebiliriz, ancak derin dehlizlerde karanlık duvarlara çizilen bu resimler kendilerini çok da göstermeye çalışıyor gibi durmuyor. Yanılıyor olabiliriz, ancak resimler sanki gösterilmek için çizilmemiş gibi.

Elbette bazı resimler mağaraların geniş galerilerinde, dolayısıyla toplanma esnasında insan grupları bunları temaşa ediyordu, ancak önemli kısmı ise derinliklerde gizli. Bazı mağaralarda resimlerle birlikte yaşam izleri var, bazılarına neredeyse sanatçıdan başkası girmemiş gibi.

[2] Hayvansallık: Yine, mağara sanatında başat aktörün hayvan olduğunu görmemiz gerekiyor. İnsan figürü yok denecek kadar az. Hayvanlar çoğunlukla av hayvanı ama tüm av hayvanları da resmedilmemiş. Hayvanlar kötücül çizilmemiş, oldukça doğalarına yakınlar.

[3] Tarihsizlik: Bu hayvanlar belirli bir mekanı veya anı paylaşmaktan ziyade, doğrudan mağara duvarını paylaşıyorlar.

Günümüz de böyle resimler yapsak oldukça postmodern durur. Gerçek hayatlarında ortak bir mekan ve anda bir arada olamayan kahramanlar, sanatçını tuvalinde özel bir anı ve zamanı paylaşıyorlar.

Bunu da not edelim. Bu tarihsizlik, bu uzaysızlık çok ilginç.

[4] İkonsuzluk : Mağara sanatında sembol olarak yorumlayabileceğimiz çeşitli geometrik işaretler var, ama sanatçı hayvanları ikonlaştırmadan, sembolleştirmeden kaçınmış. Doğadaki çeşitliliği yansıtmaya çalışmış. Oranlar, boyutlar, duruşlar, bakışlar, hareket hep farklı farklı.

[5] Motivasyon: Sanatçıların motivasyonu tam olarak nedir bilmiyoruz ama şu yorumu yapabiliriz. Oldukça büyük bir motivasyonları vardı. Yani bu sanat sırf can sıkıntısıyla yapılamaz.

Çünkü, resimlerin çoğu ancak iskele kurarak çizilebilecek yerde. Ve bu resimleri sanatçılar çok zor şartlarda çizmiş. Boyanın hazırlanması, ışıklandırmanın yapılması, iskelenin kurulması ve çizim için harcanan iki büklüm vaziyette uzun saatler.

[6] Estetik: Resimler belirli bir estetiği, belirli matematiksel oranı baz almış. İlerde göreceğimiz gibi sanat tarihçileri altın oranın bilindiğini farketmişler. Peki bu oran nerden geliyor? Evet bildiniz, ellerimizden.

İnsanlar ellerindeki oranları, asimetriyi ve tek yönlü hareketi resimlere yansıtmışlar. Bu bağlamda mağaradaki el izlerini de, her şeyin oranı olan ellerin bir tür imza atamsı gibi de düşünebiliriz.

Bu oran dışında da, resimlerde bir uslûp, bir sanatsal estetik var. Meramını anlatmakla yetinmiyor, resmin güzel görünmesi için çaba harcıyor.

[7] Kültür: Taş devri dönemleri çok uzun, en kısa kültür 10bin yıl sürüyor. Toplumsal hafızada bir şey binlerce yıl sabit kalabilir mi bilemiyoruz. Ama zaman aralıklarının o devirlerde anlamı farklı olmalıydı.

Belli ki aralarında binlerce yıl olsa da mağara santçıları kendilerini belirli kültürlere ait hissediyordu. Neolitik devirde kültürel etkileşim, süreklilik ve dinamizm için araçlar daha zengin, Paleolitik dönemde ise kültürün hareketi ve yönünü kestirmek zor. Ama bazı uslûpları on binlerce yıla yayılmış görmek heyecan veriyor. Şu halde bu sanat sanatçının bireyselliğiyle birlikte bir kültüre aidiyetini de yansıtıyordu. Avrupaya yayılmış öbek öbek az sayıda insan onbinlerce yıllık kültürü nasıl muhafaza ediyordu?

Bilmiyoruz.

Aklıma gelen öncüller bunlar. Bu öncüllere siz de resimlere ve arkeolojik tespitlere bakarak yenilerini ekleyebilirsiniz. Bu öncüller resimlerin anlamını bize vermiyor ama resimleri anlamlandırırken bilmemiz gereken hususlar.

Peki arkeoloji ve sanat tarihçileri resimler hakkında ne diyor bir bakalım.

Öncelikle etnoloji hakkında kısa bir kaç şey söyleyeyim. Etnoloji günümüzde yaşayan etnik toplulukların kültürlerini inceler, günümüzde avcı-toplayıcı yabanıl topluluklar hayatlarını sürdürüyor.

Antropoloji de bir tartışma vardır. Tarım öncesi avcı-toplayıcı insan yaşamını anlamak için günümüz yabanıl toplumlarına bakılabilir mi? Çeşitli derecelerde olmak üzere etnolojik verileri geçmişi yorumlamak için kullananlar var, bir kısmı ise karşı çıkıyor.

Ama her antropolog veya arkeolog tarih öncesine ilişkin bir tezini tarih öncesi delillerle desteklese bile, günümüz etnolojisinden örnek bulunca gururlanmıyor değil :)) Yenilerle eskiler ilgisiz diyenler bile yenilere bakmadan edemiyor.

Tarih öncesi mağara sanatı hakkındaki yorumlardan ikisinde etnolojik gönderme hayli fazla. Birisi av büyüsü, diğeri totemizm.

[Yorum 1] Av büyüsü: Henri Breuil’i hatırlayalım. Mağara sanatına ilk başta karşı çıkan Cartahillac’ın asistanı. Altamira’yı çalışırken çok gençti, sonra Luscaux’u da kariyerin sonunda çalıştı. v büyüsü teorisini Altamira ve Font De Gaume ile kurdu ama Luscaux ile bu teori çöktü.

Breuil’in ustalık eseri “400 Centuries of Cave Art” onun mağara sanatıyla ilgili tüm emeklerini ve yorumlarını içeriyor. Breuil ilk insanlarda sanatın avından gizlenmek için taktığı maskeyle başladığına inanıyor.

Ve mağara sanatında bireysel sanat hazzının olduğuna inanmakla birlikte toplumsal bağlamının av büyüsü olduğuna inanıyor. İnsanlar avlanmakta zorlandıkları hayvanları ağlarına düşürebilmek için sanatçılara çizdirdikleri bu resimlerle büyü yapıyorlar.

Büyü fikrinin o dönem antropolojisi açısından çok kanıtları yok, insanlar kutsalla iç içeydiler ama büyü günümüz toplumlarında gördüğümüz bir şey. Yine de Breuil’in bu yakıştırması fena durmuyor.

Hayvanların hemen hemen hepsi av hayvanı. Ama hayvanların dağılımı garip. Neden bazı havanlar bazı mağaralarda, diğerlerinde yok gibi. Breuil her birine özel bir cevap bulsa da, Luscaux’taki zengin betimlemeler av bağlantısı ile açıklanamıyor.

Mesela bir mağarada hiç Ren Geyiği çizilmemesini şöyle açıklıyor. Mağaranın olduğu bölge zaten ren geyiklerinin büyük sürüler halindeki göç yolu. İnsanlar bu hayvanları çok kolay avlıyorlardı ve bu yüzden büyüye ihtiyaç yoktu.

Bu büyü olayı hala devam ediyor, Afrika’da bazı toplumlar sevmedikleri insanın kuklasını yapıp ona iğne batırırlar. Şu dart oyunun hedef tahtasına sevmediği insan fotoğrafı koyan Amerikalılar da acaba av büyüsü mü yapıyorlar? :))

Belki bu sanatın maliyetini av büyüsü inancından gelen toplumsal motivasyon karşılıyordu ama sanatçılar kendi sanatsal huşularının peşinde olabilirlerdi. Bilemiyoruz.

[Yorum 2] Totemizm: Çağdaş avcı toplayıcı toplumlarda, bazı kabileler bir hayvandan geldiklerine inanarak o hayvanı kutsal belliyorlar. Bu inanca totemizm diyoruz.

Max Raphael. Yahudi asıllı Alman sanat tarihçisi. (Bu arada Yahudi bilim adamlarınının asıllarını zikretmemin özel nedeni , Nazilerden kaçmayla ilgili tarihsel duruma atıf içindir)

Raphael mağara sanatına , sanata tarihi alanından giriş yaptı ve kendi devrimci açıklamalarını yaptı. Biraz evvel yukarıda değindiğimiz gibi mağara duvarı özel bir mekanı betimlemiyordu, hayvanların mekanı duvardı.

Raphael buna dikkat ederek bir şey keşfetti. Hayvanların duvardaki kompozisyonu, yataylık, dikeylik, büyüklük küçüklük, birbirlerinin üzerinde olmak gibi özelliklerle belirli anlamlar içeriyordu. Örneğin Altamira’nın tavanında yanlışlanamayacak bir kompozisyon keşfetti.

Hayvanlar Raphael’e göre kabileleri temsil ediyordu, ve yerleşimler de kabileler arasındaki güç dengelerini. Örneğin bizon kabilesi bir mağarayı at kabilesinden ele geçirdiğinde atların üzerine bizonları çiziyordu.

Raphael’in totemizm yaklaşımı ispatı neredeyse imkansızdı, ama güzel bir teoriydi. En azından kompozisyonu ilk o keşfetmişti. Hayvanların yerleşimi gelişi güzel değil, kasıtlıydı.

Totemizm teorisi de yine güçlü bir etnolojik gönderme içerir, temel delilleri geçmişte değil günümüzdeki avcı toplayıcılardadır. Elbette günümüzün totemist kabileleri mağara duvarına güç dengelerini gösteren resimler çizmiyorlar.

Ancak Raphael totemizdeki bu etnolojik bağlama rağmen , etnolojiye hiç gönderme yapmadı, dahası Av Büyüsü teorisini eleştirmek için etnolojinin arkeoloji ve ilkel sanatın yorumunda kullanılmasına karşı çıktı.

Nitekim ona göre, günümüzün ilkel kabileleri çok güçlü dogmalara sahipler, değişimi çok kapalılar, oysa tarih öncesi insanlar ona göre sürekli dönüşüm içindeydiler.

Hatta, tarih öncesi medeniyeti okumak için, Afrika kabilelerine , değil aydınlanma yaşayan toplumların kültürlerine bakmak gerek diyordu. Örneğin Yunan tragedyasını veya Rönesans Sanatını, mağarayı anlamak için daha önemli görüyordu.

Hiç bir kanıt ileri sürmese de Raphael’in bu heyecan verici yorumları güzel. Totemiz mi araya hiç karıştırmayıp, mağara sanatına bir tür Rönesans deseydi daha etkili olacaktı şüphesiz. Çünkü Raphael mağara sanatını aynı zamanda hayvandan ayrışmaya çalışan insanın +++

bir çabası olarak görüyor. Kültür bir totemizm içerse de sanatçı hayvanları kutsal gören anlayışa kafa tutup onların resimlerini mağara duvarına çizerek bir şekilde hayvan kültürüne meydan okuyarak insanın ayrışmasına destek oluyordu.

Çünkü Afrika’daki atalarından bu yana hayvan karşısında zayıf olup onu kutsallaştıran insan artık Cro-magnon döneminde yavaş yavaş belki onbinler süren yıllarda hayvanı kontrol altına alıp ondan ayrışmıştır. Bu da ona hayvanı betimeleme tasvir etme cesareti veriyor.

Tasvir bir tür tahakkümdür çünkü.

Ne güzel yorum değil mi?

Bence bu yorumu totemizden ayırıp [yorum 3] demeliydik. Hatta diyelim mi?

[Yorum3] Aydınlanma: Hayvanlar üzerine kurulan tahakkümle insanın hayvan boyunduruğundan ve hatta hayvan dininden kurtulup onu tasvir ederek ona yönelik tahakkümünü göstermesi.

Rönesans sanatını hatırlayalım. Kilisenin kutsal sembolleri aydınlanma sanatçıları tarafından hiç tahkir edilmeden tasvir edildi, amaç kiliseyi kutsamak değil, kutsalı tahakküm altına almaktı. Nitekim Rönesans sanatı bu şekilde kutsaldan kopabildi. Onu yenerek.

Benzer şekilde tarih öncesi sanatçılar da, totemizm ve hayvan dinine inanan kültürün kutsalını tasvir ederek onu tahakküm altına aldı. Ve insanların kendilerini kutsayacakları hümanizm çağının hazırlığını yaptılar.

Hümanizm derken Batı tipi modern hümanizmi kastetmiyorum, onu da kapsayan, hatta Göbeklitepe’den başlayarak insanın kendisini merkezde gördüğü tüm insanlık tarihini kastediyorum. İnsanlık tarihi aynı zamanda hümanizmin tarihidir.

Aydınlanma yorumundan totemizde de bahsettim, o yüzden uzatmıyorum, ama Max Raphael’i sevelim dostlar. Dahice bir yorum üretmiş. Bir mağarayı ziyarete gitmek için gerekli bütçeyi bulamayınca evinde depresyona girip intihar etmiş. Huzur içinde yatsın.

Bu arada eklemek lazım, Raphael’in aydınlanma yorumu İncil’deki Adem Kıssasına da gidiyor, şu ilk günah meselesine, benzer şekilde insanların kendilerini hayvanlardan ayrıştırdığı için duydukları suçluluğun da resimlere yansıdığına inanıyor.

Şimdi bir başka arkeologdan ve sonra onun hocasından bahsedeceğim. Yine Fransız. Annette Laming-Emperariere 1962 yılında La Signification … isimli bir eser yayınlıyor. Yani Anlam.

Eser mağara sanatını nasıl anlamlandıracağımızı temel alan bir metodoloji öneriyor. Öncelikle Annette etnolojinin önünü kesiyor, Hem Breuil hem Raphael’i eleştiriyor. Av Büyüsü teorisini çürütüyor, totemizle ilgili de ciddi şüpheler ortaya koyuyor.

Annette’ye göre kurulacak teori sadece arkeolojiye dayanmalı, yani mağarada gördüğümüz şeyi analiz etmeliyiz. Onu anlamak için günümüz ilkel toplumlarına bakmanın anlamı yok diyor. (Raphael gibi)

Onun yorumunu ben Hikayeler olarak isimlendirdim. İzah edeyim.

[Yorum 4] Hikayeler: Annette’ye göre mağaradaki resimleri anlamak için bütüne bakmamız lazım. Bu yüzden Raphael’in kompozisyon fikrinden hareket edip mağarayı tam olarak analiz ediyor. Hangi hayvan kaç tane, nerede, hayvanların duvarda bulunma ilişkileri vs.

Ve bir kaç mağarada tekrar eden çeşitli örüntüler buluyor. Bu örüntülerin tarih öncesi insanların mitlerinde veya inanışlarında yer alan hikayeleri betimlediğine inanıyor.

Bu hikayelerin ne olduğunu elbette bilemeyiz, ancak tarih öncesi insanlara ilkel demenin yanlış olduğunu ve ordaki sanatsal kaygının sonraki insanlardan çok farklı olmadığını iddia ediyor.

Bu yüzden, Ortaçağ ressamı tablosunda nasıl bir hadiseyi anlatıyorsa buzul çağı insanı da mağara duvarında bir hikayeyi anlatıyor. Temel amacı ise sanat, evet bildiğimiz sanat.

Tabi ki Annette’ye bu yorum gücünü veren elindeki veri, yani yakaladığı muhteşem örüntüler, tekrarlar, hareketler. Aynı şekilde mağaradaki çeşitli ok sembollerini de hikayelerle birleştirerek çeşitli ilişkiler keşfediyor.

Annette’nin hikaye fikri herkes tarafından kabul görmese de, onun mağara sanatını anlamak için mağarada çok daha detaylı analiz yapmaya yönelik getirdiği metodolojik disiplin yerleşiyor ve önceki teoriler artık itibar görmüyor.

Ancak her ne kadar totemizmi ve Raphael’i eleştirse de, ondan iki konuda etkilendiği çok açık. İlki parçalara değil bütüne bakmayı ilk Raphael önermişti, ikincisi de mağaradaki insanlara modern anlamda sanatçı yakıştırmasını ilk Raphael yapmıştı.

Bu açıdan Annette’nin de katkısıyla mağaradaki resimleri kendi dünyamıza büyü, totem gibi kavramlarla uzaklaştırmak yerine, sanat kavramıyla mağaradaki duvara ışık tutmak günümüzde en geçerli yaklaşım halini alıyor. Yani ilk insanları bizden farklı olarak görmemek.

Öyle ki, ilkel kelimesini kullanmak neredeyse ayıp haline geliyor. Mağaradaki insanlara gerçek birer devrimci, hatta köklü medeniyete sahip anlam dünyaları zengin sanat duygusu olan aydınlamacılar olarak bakıyoruz. Unutmayın bunun ilk tohumunu yine Raphael atmıştı.

Hatırlayın, dizinin başlarında Chauvet mağarasından bahsetmiştik. En eski ve en son keşfedilen. 1994'de. Yukarda bahsettiğim tüm teoriler 20.yüzyılın ortalarında kuruldu. Ama Chauvet yoktu.

Chauvet’in keşfi mağara sanatında ilerlemeci fikri tamamen ezdi, çünkü en eski olmasına karşılık neredeyse en harika mağarayla karşı karşıyaydık.

Fakat Chauvet mağara resimleri dışında çeşitli yerlere özel olarak konmuş gibi duran ayı gibi çeşitli hayvan kafatasları içeriyordu.

Bu bazı araştırmacılara bir fikir verdi. Şamanizm.

[Yorum 5] Şamanizm: Jean Clottes , 1994'de Chauvet bulununca kültür otoritesi tarafından mağarayı incelemek üzere görevlendirilen arkeolog ekibinin lideriydi. Bir başka arkeolog ile Le chammanes .. diye başlayan bir kitap yayınladılar. Yani Şamanlar.

Kitap arkeoloji dünyasında çok eleştirildi ama nedeni sadece şamanizm fikrinin çılgın bir fikir olması değildi. Çünkü arkeoloji dünyası çok daha çılgın fikirleri saygıyla eleştirmişti.

Clottes, Fransız arkeolojisinde Kültür bakanlığının tek güvendiği adamdı, ve bir çok önemli kazıyı o yönetirdi, bu yüzden diğer arkeologların önünü kesmekle suçlanırdı. Yani Şamanizm fikri Fransa’daki akademik çekişmeye kurban gitti diyebiliriz.

Clottes, mağaranın yapısını incelediğinde eserlerin bulunduğu yerleri de dikkate alarak, sanatçının trans haline (muhtemelen oksijen yoksunluğundan ve ot dumanı ile) geçerek görüngülerini duvara çizen şamanlar olduğunu ileri sürdü.

Bu yüzden çoğu resim çizildikten sonra hiç ziyaret edilmemişti, hatta bu yüzden bazı şekiller gerçeğe yakın, bazı şekiller tuhaftı. Şamanın gözünün önünde ne canlanırsa onu çiziyordu.

Hatta Chauvet aslanları o kadar canlıydı ki, bir avcının bu detayları hatırlayıp çizmesi çok zordu. Muhtemelen şaman bilinç altındaki imgeleri trans halinde gözünün önüne getirip çiziyordu.

Hatta Clottes, şu resimde dik çizilen boğayı, ve vulvaya benzeyen üçgeni, dişi minator olarak yorumladı. Yani boğa başlı insan. Ve klasik mitolojinin tarih öncesi kaynakları olabileceğine dair bir yorum getirdi.

Şamanizm fikri de çok abartılı bulunup kabul görmedi. Ama Jean Clottes’nin arkeoloji bilgisinin engin hayal gücü ile birleşmesinin sonucu olarak bence çok heyecan verici bir yorum olarak karşımızda duruyor.

Ve Sonuç:

Peki biz ne anlamalıyız? Veya ben örneğin mağara duvarındaki bu sanatla niye ilgileniyorum? Bütün bu bildiklerimi nereye bağlamak istiyorum?

Bundan sonra yazacaklarım beni bağlar :)) Eleştiriye açıktır.

Gombrich’in dediğini hatırlayalım. Sanat yoktur sanatçı vardır. Ona göre sanatsal faaliyet diğer temel yaşamsal alanların bir tezahürü olarak ortaya çıkar. Ekonomi, Teknik, Savaş, Ulaşım, Bilim, Mit, Din vs

İnsanlar bu temel alanlarda faaliyet gösterirken sanatı bunların bir aracı olarak kullanırlar, bunlardan edindikleri birikimin sanatsal ilhamla taşması estetik bir ifade doğurur. Örneğin bir dindarın dini duyguları taşar ve estetik dini bir nesne ortaya koyar.

Yeri gelir, bir Mısırlı rahip cennet ve cehennemi müridlerine anlatmak için bir tasvir çizer, burda sanatı kullanır ama temelde başka bir motivasyonu vardır.

Klasik anlamda Her şey için Sanat, ve Sanat için Sanat dediğimiz şu klişeler var ya. Ben mevzuya biraz tersten yaklaşıp, Sanat için Herşey diye bir teori kurmaya çalışıyorum. Bunu kitap olarak yazacağım için burda detaylandırmayacağım ancak…

Tinsel anlamda bir Sanat’a inanıyorum, ve temelde ilk insanlardan antik, klasik ve modern medeniyetlere kadar sanattaki yaşam kalımsal etkinin abartıldığına inanıyorum.

Yani örneğin, M.Ö 5.000 lerde koskoca bir köyün, 2 yıllık emek verip bir mezara gömdükleri bir sanat eserinin neden olduğu yaşam kalımsal fayda yanında maliyeti çok büyük değil mi?

Veya mağara sanatına bakın. Altamira’nın tavanına iskele kurup o resimleri yapan kabile, diğer kabileye oranla nasıl yaşam kalımsal bir avantaj sağlayacak? Elbette sanatın ve mitin toplumsal organizasyondaki iyileştirici etkisini gözardı etmiyorum.

Ama gidin müzelerimizi gezin. İnsanların sanat için harcadıkları işgücü çok ama çok yüksek. Bunu yaşam kalımla açıklamıyorum ben.

Mağaralardan antik medeniyetlere ve bizlere kadar, insanın doğayla kurduğu diyalektik ilişkide bir yabancılık var, bunları kitapta işleyeceğim, ve bizi yabancılığı telafi edecek mitler inşa etmeye götüren temel bir tinsel Sanat olduğuna inanıyorum.

Bu açıdan başlangıçta snaki Sanat diye bir şey vardı ve o kendi kendisini duymak, o sanatsal duyuşun, huşunun ortaya çıkması için varlığa sayısız tuzak kuruyor gibi. Bu tuzakları kitapta ele alacağım.

Bu yazıyı Eliade ile bitireyim. Ona göre insanın Kutsal’a tutunması doğanın tarihselliğine (dolayısıyla doğaya) tahammül edebilmek içindi. Tarih üstü bir alan arıyordu. Neden? Çünküsü bence; insan doğaya ve tarihe yabancıdır.

Mağara sanatına bakın, sanki doğayı gördüğümüzü düşünürüz. Oysa insan orada doğanın tarih dışı, zamansız ve mekansız bir betimlemesini yapıyor. Ben biraz Raphael’in aydınlanma teorisine inanıyorum.

Sadece mağara sanatı değil tüm sanat evrenin gerçek telosudur. Mağaranın duvarına ışık tuttuğumuzda gördüğüm şey beni dehşete düşürüyor.

Varlık kendi amacı için insanı bir konak olarak kullanıyor, ve Sanat bitimsiz bir şekilde acıyla kıvranarak kendini duymak, duyumsamak için insana çeşitli tuzaklar kuruyor.

Mağara duvarından yansıyan ışığı ben bu şekilde takip ediyorum. Umarım bir varış noktası bulurum.

--

--

Mehmed Ali Çalışkan
Mehmed Ali Çalışkan

Written by Mehmed Ali Çalışkan

In Hexaworks for Software Development and Architecture

No responses yet